24 Ağustos 2016 Çarşamba

Sinemada Dahi Bir Deli, Federico Fellini


"Ben gerçeği herkesin kendisinin bulması gerektiğine inanırım. Bana kalırsa, sosyal bir öbek için bir çağrı hazırlamak ya da herkes için bir çağrı olacak bir film çevirmek boşunadır. Bir topluluğa hitap edilebileceğine inanmıyorum. Topluluk dediğimiz nedir ki zaten? Her birinin kendi gerçeği olan belli sayıda bireylerin toplamıdır. Filmlerimin bir sonu olmayışının sebebi de budur aslında. Filmlerimin hiçbir zaman basit bir çözümü yoktur. Bana kalırsa, bir sonuca ulaşan herhangi bir öykü anlatmak, sözün tam anlamı ile ahlâk dışıdır. Perdede bir sonuç sunduğunuz anda seyircinin işine karışıyorsunuz demektir."



İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde, makarnacıların en büyük makaracısı diyebiliriz Fellini için. 1920 yılında İtalya'nın ufak bir sahil kasabası olan Rimini'de dünyaya geldi. Ya da durun ya, Fellini'yi sıkıcı bir biyografi ile anlatmak olmaz. Bu adamın niye bir deli olduğundan başlayalım asıl. Henüz daha onlu yaşların başındayken evden kaçıp, sirke katılmış bir adamdır Fellini. Üstüne yüklenen "Benim oğlum büyüyünce doktor olacak, avukat olacak." baskısına dayanamayıp, böyle bir aksiyonda bulunmuştu. Neye yatkın olduğunu, neyi yapabileceğini, neyin altından kalkıp, neyin altından kalkamayacağını bu yaşlarda gayet iyi biliyordu o. İnsanları güldürmekti onun görevi. İnsanlara kendi rüyalarını anlatmalıydı Fellini, izleyenleriyle beraber yorumlamalıydı o rüyaları. Her rüyasını not alan, onları resimlere aktaran, ondan sonra da sinemaya aktaran bir adamdır kendisi he, metafor yapmıyorum yani. Lise yıllarına geldiğinde, karikatür çizmeye başladı. Sabahın köründe okula gitmekten nefret ederdi İtalyanların kendini taktığı lakap ile Fefe. Bu yüzden liseden sonra ailesinin baskısı ile Hukuk Fakültesi'ne kayıt yaptırsa da "Başlarım lan, ben karikatüristlik yapacağım." dedi ve bu doğrultuda yerel tiyatrolarda, sinemalarda film afişleri, tiyatro afişleri düzenlemeye, karikatürize etmeye başladı.

"Sinema sirke çok benzer; eğer sinema olmasaydı, pekâlâ bir sirk yöneticisi olabilirdim. Sirk de sinema gibi katıksız bir teknik ve doğaçlama karışımıdır."



1939'da Roma'ya taşındı. Sabahın köründe kalkıp okula gitmek kadar nefret ettiği bir şey varsa Fefe'nin, o da Faşizm'di. Bu Anti-faşist görüşü sayesinde yükselişe geçti zaten nitekim. Faşizm, yani Mussolini karşıtı bir filme yaptığı afiş ile başladı her şey. Adını bir şekilde duyurmuş oldu ve Roma'da radyo kanallarında komedi programları yapmaya başladı. Bu programlardan birinde, daha sonra hayat arkadaşı olacak ve filmlerinde de aktif rol alacak olan Fefe kadar deli olan aktris Giulietta Masina ile tanıştı.


Roma'da yolu yönetmen Roberto Rosselini ve oyun yazarı olan Tulio Pinelli ile kesişti. Bu kesişme sonucunda Fefe, Roma, Citta Aperta filminin senaristlerinden biri oldu ve ilk Oscar Adaylığını almış oldu. Rosselini ve Fefe birlikteliği İtalyan sinemasının Paisa, II miracolo, Europa '51 gibi en büyük şaheserlerinden bir kaçının çıkmasını sağladı. Bu serüven esnasında Bergman ile tanışmış olduğunu da bir not olarak geçmek isterim ayrıca. Rosselini yanında pişen Fefe artık kendi yolunu çizmeye karar verir, iyi ki de vermiştir.



1953'te senaryosunu Pinelli ile beraber yazmış olduğu I Vitelloni/Aylaklar adındaki, ana karakterde Fefe'nin kendisini bulabileceğiniz film ile gene En İyi Yabancı Film Dalında Oscar'a aday gösterildi, ama alamadı. Teselli ödülü olarak Venedik Film Festivali'nin ikinci büyük ödülü Gümüş Aslan'ı aldı.
Peşi sıra ilerleyen zamanlarda kendisiyle özleşecek en meşhur yapımlarına imza attı. Paparazzi teriminin ortaya çıkmasını sağlayan La Dolce Vita[1960] filmi ile Cannes'da Altın Palmiye, Otto e Mezzo[1963] ile En İyi Yabancı Film dalında Oscar, gene Satyricon[1969] bu film bizim için bayrak astırabilecek bir yapıttır ayrıca. Roma'lı satirik yazar Petronius'un aynı adlı eserinden uyarlanan bu filmde, bayağı ağır bir dille toplumsal düzeni eleştirirken Orhan Veli Kanık'ın şiirine ve Türk Ezgilerine filminde yer vermiştir.


Denizlerimiz var, güneş içinde
Ağaçlarımız var, yaprak içinde
Sabah akşam, akşam sabah, gider geliriz
Denizlerimizle ağaçlarımız arasında yokluk içinde...


Filmlerindeki figüranlarını filmdeki mesleklerine göre seçti Fefe mesela. Berbere berber rolü, şöföre şöför rolü verdi. Daha da ileriye götürdü işi. Metresine metres rolü, karısına da sadık eş rolü verip, bunları aynı filmde oynattı. Bütün filmlerinde kendinden enstantaneler kattı. Filmlerini izleyenler, bir şekilde onun hayatına dair bilgi sahibi oldu. Katolik kilsesinden nefretinden haberdar oldu mesela. Kural tanımazlıktan haberdar oldu. Sirk aşkından haberdar oldu. Halen daha kendini aramaya çalışan bir adam figüründen haberdar oldu. Bunları birleştirince ortaya Fefe çıkıyordu zaten."Her filmimin başında, vaktimin en büyük bölümünü çalışma masamda geçirir, habire kıç ve meme resimleri çiziktiririm. Bu, benim filmime başlama, bu karalamalar sırasında onu çözme biçimimdir. Tıpkı bir labirentten çıkışı sağlayan ipuçları gibi."Fefe'nin sinemasında varoşları, genel evleri, yalnızlığı, sevgiyi, sürrealizmi, sirk temalarını, şişman kadınları, koca popoları, koca memeleri net bir şekilde görebiliriz. Filmlerini hiçbir zaman sona bağlamaz, kendi kafasındakini aktarır. Seyirciye kendi sonunu kendi oluşturma fırsatı sunar bu şekilde. Ben kafamdakini aktardım, yorumlama işi sizde der. Bir bakıma Salvador Dali'yle birbirlerine benzetirim ben bu yüzden.



Adı doğduğu şehir Rimini'nin hava alanına verildi, müzeler açıldı. Beş defa Oscar aldı, bir çok kez aday olarak gösterildi. Toplamda 27 tane film çekti. Bergman'a, Stanley Kubrick'e, Tarkovsky'e büyük saygı duydu. 1992'de yönetmenler arası bir dergi anketinde tüm zamanların en yaratıcı Yönetmeni seçildi. La Strada ve Etto e Mezzo filmleri "Tüm zamanların en etkileyici on filmi" arasında yer buldu kendine. 1990'da Japon Sanat Birliği tarafından Nobel Ödülü'ne eşdeğer görülen Praemium Imperiale ödülüne layık görüldü. 1993'te kariyer başarısı Oscar töreninde ödüllendirilirken, bundan kısa bir süre sonra, ellinci evlilik yıldönümlerinden bir gün sonra, öğle yemeğinde yemiş olduğu mozzarellanın boğazına kaçması sonucu hayatını rivayet de edilir. Çocukluk arkadaşı bu durumu şöyle anlatmıştır; "Düşünsene dünyanın en iyi yönetmeni, ufacık bir mozzarellaya teslim oldu." Resmi kayıtlarda kalp krizi ile öldüğü geçer ama.  Dahi bir deliydi dediğim gibi, bu yüzden kimse taklit edemedi onu. Woody Allen bile taklit etmeyi denedi, sonuç fiyasko oldu. Huzur içinde uyusun Fellini. Bir alıntı ile bitiriyorum yazıyı;

"Sanırım bir Fellini filmini "Aman bu da ne saçma şey." serzenişleriyle izlediğim an, kendimden umudu tamamen kestiğim an olacak. Hayallerimin cenaze töreninde rahibeler defile yaparsa sevinirim."