2 Temmuz 2016 Cumartesi

Ingmar Bergman


"This is my hand. I can move it. My blood gushes in it. The sun is still high in the sky. And I… I, Antonius Block, am playing chess with Death."

Bazılarınız bilecektir Ingmar Bergman'ın, özellikle de Det Sjunde Inseglet filminin bendeki yerini. Koluma kazıyacak, vücudumda taşıyacak kadar ayrıdır benim için. Durum böyleyken Bergman hakkında öznel bir tanıtım yapacağım. 



Bergman İsveçli bir papaz'ın oğlu, tiyatrodan beyaz perdeye transfer olsa da her cümle arasında esasen tiyatroya bağımlı olduğunu söylerdi. Beyaz perdede üstüne olmayan Bergman'ın kendisini tiyatrocu olarak görmesi, yönettiği tiyatro oyunlarını elinizde olmadan merak etmenize yol açıyor. Bu adamın filmleri bu kalitedeyse, Woody Allen'a göre kameranın icadından beri beyaz perdeye aktarılmış en iyi filmi çeken[Persona, 1966] , kendisini tiyatrocu olarak gören Bergman'ın tiyatroda ortaya çıkardığı eserler nasıldı? Sonuç tahmin edilebilir ama oyunlar da bir o kadar merak edilir dediğim gibi. Nitekim yönettiği filmlerde de orijinleri tiyatro olan oyuncuları kullandı Bergman, hatta aynı oyuncularla onların son kullanma tarihine kadar çalışmaya devam etti. Sinemayı bıraktıktan sonra bile tiyatroya devam etti. Hayatı boyunca dönemin en iyi yönetmenlerine saygı duydu ve tonlarca kat saygıyı da onlardan geri gördü. [Bknz; Tarkovsky ve Woody Allen] Tarkovsky'nin Andrei Rublev[1966] filminden çokca etkilenmiştir. Nitekim Tarkovsky de Det Sjunde Inseglet[1956] ve Smultronstället[1957] filmlerinden etkilenmiştir Bergman'ın. Hatta şöyle bir rivayet de mevcut, Tarkovsky Sovyet Rusya'sından sürülünce ikilinin birbirini görme imkânları doğmuştur. Ama ikisi de birbirine aşırı derece saygı duyduğundan, birbirlerinin zihinlerindeki intibaları yok etmemek için görüşmekten kaçınmışlardır. İnsanın aklına Beethoven ve Goethe gelmiyor değil. "Birilerinin kalbinde veya düşüncelerinde yaşamaktansa, onların evinde yaşamayı tercih ederim." der Bergman, bu da bize ömrünü gerçek manada sinemaya nasıl adayan bir insan olduğunu gösteriyor. Ya da ölümsüz olmayı düşlüyor, kim bilir. Kendisinin ölümünden iki yıl önce 2005 yılında Time dergisi tarafından, yaşayan en büyük yönetmen olarak gösterildiğini de dip not olarak geçeyim.




Gel gelelim Bergman filmlerini nasıl aktarıyordu bizlere? İsveçli bir papazın oğlu olduğundan bahsetmiştim. Ailesinin içinde Katolikliği iliklerine kadar hissetti Bergman nitekim. Filmlerinde ise bunun tam tersini sundu bize. İsterseniz adını isyankar geçen bir ergenlik dönemi koyun ama o süreç çıkardı Bergman'ın sanatını ortaya. O ergenlik dönemine şükretmemiz gerekiyor sanırım. Det Sjunde Inseglet'de insanın tanrı imgesiyle olan savaşını net bir şekilde görebiliyoruz, hissedebiliyoruz. Pekiştirmek gerekirse Antonius Block'un Ölüm ile kilisede olan konuşmalarına bakalım; 


-Tanrının kendini göstermesini, benimle konuşmasını istiyorum. 
Karanlıkta ona sesleniyorum ama sanki hiç kimse yok.
+Belki de kimse yoktur.
-O halde yaşam korkunç bir şey. 
Her şeyin bir hiç olduğunu bilen biri ölüm karşısında yaşayamaz.
+Çoğu insan ne ölümü ne de yaşamın hiçliğini düşünür.
-Ama bir gün hayatın sonlarında karanlıkla yüzleşmeleri gerekecek.
+O gün...
-Korkumuzdan bir imge yaratır ve sonra o imgeye tanrı adını veririz.

Ne, ufaktan Nietzche mi görüyorsunuz? O zaman doğru görüyorsunuz. Nietzche Bergman'ın sanatında önemli bir rol oynamıştır. Nihilizmi net bir şekilde görebiliyoruz Det Sjunde Inseglet'de. Son sahnedeki "Ölüm dansı" figürü hangimizi etkilemedi çılgınlar gibi? Evet, o sahnenin dövmesi var.



Sadece Nietzche de değil, Soren Kierkagaard'in Varoluşçuluk akımından da esintiler taşır Bergman'ın eserleri. Onun filmlerini net bir şekilde anlayabilmek için bir çok konuda bilgi sahibi olmak gerekiyor. İskandinav Mitolojisi, Din, Felsefe, Psikoloji dallarını bunlardan bazı ana başlıklar olarak gösterebiliriz. Net bir şekilde anlayan kişi sayısı da tahmin edebileceğiniz üzere gayet az miktarda. Çoğu insan anlamasa da Bergman'ın sinemasından bir şekilde etkilendi, içine hapsoldu. Olay belki de Bergman'ın aklındakilerini şiirsel bir şekilde anlatmasından geçiyordu, kim bilir. Dinsel kuşkunun insanı nasıl etkilediği, insanlar arasındaki iletişimsizlik, daha doğrusu duvarlar, aşk, hiçlik ve bir çok hüsusu müthiş bir şekilde aktarmayı başardı insanlara. Bu da onu diğerlerinden ayırdı ya zaten. Hayatı boyunca 60'a yakın film çekti.  Üç defa "En İyi Yabancı Film" dalında Akademi Ödülü aldı. 70'leri sanatı ile kasıp kavurdu. Woody Allen'a "Güneşli bir günde ölmek istiyorum." diyen Bergman, 89 yaşında 2007 yılının 30 Temmuz'unda uykuya daldı ve bir daha gözlerini açmadı. Dileği gerçek olmadı belki ama arkasında onun sanatını takdir eden milyonlar bıraktı. Huzur içinde uyusun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder